Nazlı Fabien
Chill-Out Festival'de tanıştığım harika insan Atakan ipuçlarını verdi, bana yolu çizmesi kaldı. İşte Nazlı Fabien ve hikayesi:
Nazlı yaşıtlarına
göre sakin bir kızdı. Ama hayal gücü çok
genişti. Mesela küçükken, çay saati oyunlarındaki hayali çayları içmek yerine o
anların resmini yapmak hoşuna giderdi. Kreşte bahçe izinlerinde toprakta çıplak
ayaklarla koşmaktansa toprağa elleriyle dokunup oynamayı severdi, topraktan bir
dünya yaratırdı. En çok da annesiyle mutfağa girdiğinde sevinirdi. Diğer
çocukların dolaptan kırmadan 2 tane yumurtayı tezgaha koymayı marifet
sandıkları zamanlarda Nazlı, deneysel yemek yapma fikirleriyle tanışıyordu.
Henüz yaptığının yemek yapmak olduğunu bile bilmeden. Yani çok küçükken. ..Ne kadar
mı küçükken: Mesela Fırını yakmak denildiğinde içine yanan kibrit çöpü atmayı
deneyecek kadar. Bir gün annesi misafirleri için ona verdiği malzemelerden
canının istediği bir şeyi yapmasını istemişti. Nazlı için o gün hala dün gibi
canlı. Annesinin gözlerinin içine az sonra 100 metre engelli koşacak bir atlet
gibi baktıktan sonra boyunun yetmediği tezgâha ulaşmak için tabureye çıkmıştıJ. O gün elinde annesinin verdiği kaşar peynirleri,
zeytinler ve çileklere bakarken hissettiği mutluluğu yıllar sonra yeniden
hissetmesine ise tam 11
sene vardı…
Dakikalarca küçük bir uğur böceği gibi mutfakta sektikten sonra küçük bir
tabakla annesinin yanına geldi. "Sence severler mi" diye sordu annesine?
Sence severler mi”… Annesi ne diyeceğini
bilemedi bu soruya. Donup kalmıştı adeta. Oyalansın diye kızının eline
tutuşturduğu yiyecek parçaları bir
masala dönüşmüştü..Gülümsedi annesi, başını salladı, bir de fotoğrafını
çekiverdi alelacele:
Yıllar geçiyordu. Her geçen yıl biraz daha değişim demekti. Uzayan
saçlar, değişen kıyafet bedenleri, küçük gelen ayakkabılar, büyüyen sınıf
numaraları, sorgulayan bakışlar, “neden böyle” diye sormak demekti. Nazlı da
diğer çocuklar gibi sorarak ve cevapları anlamayarak geçiriyordu bu yılları. Erkek
kardeşi o sene çalışmak için Amerika’ya gitmişti. Bundan sonra Güney Dakota’da
bir inşaat firmasında çalışacaktı. Nazlı’da annesinin ısrarıyla birkaç aylığına
kardeşinin yanına gitmek zorunda kalmıştı. Oysa onun yüreğinde fırtınalar
kopuyordu. Artık bir genç kızı taşıyan ruhu ona dar geliyor başını alıp
gitmesini söylüyordu : Çin Seddi'ni gör, zebralarla yarış, Ganj Nehri’nde
yıkan, Machu Picchu’da dolaş, kutup ayılarıyla arkadaş ol,
kuşlarla danset diyordu. Bunların biraz daha beklemesi gerektiği düşüncesi onu
kahrederken Amerika’nın yolunu tuttu.
Günler karanlık bir yolda
yürür gibi geçerken Amerika'da insanlar her akşam televizyonlarının başına
kilitleniyordu. Bir süredir meşhur tv kanallarından bir tanesinde sunucu sanki
bütün bedenini yırtarcasına bağırıyordu."dünyanın en iyi aşçıları!!! "
"muhteşem yemekler!!! "
"dünyanın 1 numaralı yarışması!!! "
"Ödül tam 500.000 usd, evet yanlış duymadınız tam 500.000!!!
Ve arkasından kıyamet gibi yükselen alkışlar... O para ile neler yapılırdı. Babasının bütün borçları biterdi, kara bulutlar dağılırdı. "Sence ben kazanabilir miyim" dedi ürkek ama karalı bir sesle kardeşine." Mutfağı senden daha iyi bildiklerini hiç sanmıyorum. Senden öğrenecekleri çok şey olmalı "dedi gülümseyerek. Kardeşinin de yardımıyla kendinden bahseden bir mail attı, bir de fotoğrafını ekledi. "GÖNDER" tuşuna bastı. İşte yıllardır üzerini pamuk gibi örten kabuğundan böylece çıkıyordu. Birkaç gün sonra yarışmadan bir mail geldi, Jüri bir Türk yarışmacı fikrinin yarışmaya renk katacağını düşünmüştü.
Bir kaç gün sonra kocaman
bir stüdyoda buldu kendini. Hemen sağında şişman, kıvırcık saçlı,
kahkahalarıyla masayı titreten bir kadın vardı. Kibar görünmeye çalışarak elini
sıkan kadın "Merhaba tatlım" dedi, "ben Susan, çantanı toplamaya
başlasan iyi olur".Arkasından da kahkahayı patlattı. Nazlı yutkundu ama
elini sıkıp kadını selamladı. Solunda simsiyah rengi teni terden sırılsıklam
olmuş gözlüklü, kendinden emin görünmeye çalışan kendi yaşlarında bir çocuk
vardı. O da Nazlı'ya döndü başıyla selam gibilerinden bir işaret yapıp kafasını
çevirdi. Makyözler yarışmacıları pudralamak için stüdyoya girdiklerinde ortadan
kaybolmak istiyordu. Hemen hemen hemen. O sırada telefon çaldı. Arayan kardeşiydi..
" lütfen unutma ne olursa olsun istemediğin bir şey yapmak zorunda değilsin. Seni çok seviyoruz ve ne olursa olsun her zaman yanındayız..
Telefonu kapattı. Gözleri doldu. Gitmiyorum, buradayım, bu mutfak benim evim,
hiç bir yere gitmiyorum dedi kendi kendine.
Yarışma 3 bölümdü, 3 kişiydiler ve her iki yarışmacı da son derece inatçı görünüyordu. Nazlı ilk bölümde jüriyi hayretler içinde bırakmıştı. Deneysel tatları yaratıcı zekâsıyla birleştiriyor adeta bir şaheser yaratıyordu. İkinci bölümde Susan kendine rakip olarak görmeyi reddettiği bu genç kızdan korkmuş olsa gerek ki son anda biten tatlı tabağının üzerine zeytinyağı şişesi dökmüştü, yanlışlıkla tabii. Ama Nazlı gülümseyerek, kıvrak zekâsı ile bu durumu lehine çevirmeyi başarmıştı. Yarışmanın finaline geldiklerinde herkes gergindi."ŞAŞIRT BENİ". Bölümün adı buydu. Malzemelere hızlıca göz attı. Biraz ondan biraz bundan alıp tezgahına koydu. 1 saati vardı. Hızlıca ocağı açtı. İşte yine oradaydı. Hiç kimsenin giremediği en yüksekteki tapınağında yalnızdı. Malzemelere bir sanatçı hassasiyetiyle şekil verirken, jüri üyeleri de dikkatle bu mahcup Türk kızını izliyorlardı.
Son 5 dakika… Tabağına uzaktan son kez bakıp üzerine bir fesleğen
yaprağı iliştirdi.. İşte bitti! Hızlıca arkasına yaslandı. Jüri üyeleri 3
yarışmacıyı da yanlarına çağırdı. Önce yarışmanın heyecanıyla 2 kat kızaran
Michael’ın tabağına doğru gidip tadına baktılar. “Hımmm, hiç fena değil
Michael” diye mırıldandı sol elinde devamlı bir dolma kalem sallayan jüri
üyesi.. Arkasından da nedensiz, yüksek bir kahkaha atıp Suzan’a döndü. Suzan
kendinden o kadar emindi ki onların gelmesini beklemeden kendisi gülümseyerek
jürinin yanına gitti, tabağından bir kaşık alıp onlara tattırdı. Jüri üyeleri
bu cesur kadının tavırlarından etkilenmişe benziyorlardı. Susan yerine geçip
giderken, zafer kazanmış bir komutan edasıyla Nazlı’ya gülümsedi.
Ve sıra Nazlı’ya geldi. Kamera yavaş yavaş tabağını göstermeye
başladı. Kardeşi de, stüdyoya gelmiş, bir köşede sessizce bekliyordu. Stüdyoda
derin bir sessizlik vardı. Jüri üyeleri Nazlı’nın yanına yaklaşıp tabağına
baktılar. Gözlerindeki şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi doğrusu. Şuana kadar
yapılan hiçbir yarışmada bu kadar zarif bir tabak görmemişlerdi çünkü. Bir
anlık duraksamadan sonra kameralara doğru gülümseyerek tabaktan birer kaşık
aldılar. Hiç bir şey söylemeden geçen 30 saniye Nazlı’ya bir ömür gibi geldi
adeta. Sonra birkaç adım geriye gidip kendi aralarında konuşmaya başladılar. Nazlı'nın
heyecandan titreyen avuçlarının aksine salon buz gibi sessizdi..
Birkaç dakika sonra içlerindeki en yaşlı jüri üyesi kameralara döndü:
-Bayanlar baylar diye söze başladı. Bugün, bu yarışmanın finalinde,
mutfak kültürünü bizlere sil baştan öğreten biriyle tanıştık. Bugünün tarihini bir yerlere not etmenizi
istiyorum çünkü 3. Yılını doldurduğumuz yarışmamız süresince ilk defa yemek
tabaklarının sessizliğini bozan, harikulade tasarımıyla bizi büyüleyen, tadıyla
aklımızı başımızdan alan bir kişiyle tanışmanın gururunu yaşıyoruz. İtiraf
etmeliyim ki ilk zamanlar yarışmada farklı bir kültüre ait bir renk olacağını
düşünmüştük hepimiz. Ama şu an görüyoruz ki bu genç arkadaşımızdan
öğreneceğimiz daha çok şey var.
Bayanlar baylar, sizleri dünyanın yeni mutfak sanatları ustasıyla tanıştırmaktan onur duyuyorum. Nazlı Elibol!
Salonda müthiş bir alkış
koptu. Tavandan konfetiler yağmaya başladı. Kardeşi dayanamadı yanına koştu. Nazlı
mı? Nazlının gözleri doldu. Titremeye başladı Evet, büyük ödülü kazanmıştı. Ama
bugün burada, milyonlarca insanın izlediği bu programda etrafa el sallarken, O 11 sene evvel annesinin karşısında elindeki
kırık dökük malzemelerle duran utangaç çocuğu selamlıyordu. Hayatta herkes için
üzerinden atlanması gereken yüksek duvarlar vardır. Tanrı vergisi bir yetenek
ile donatılmış bu Türk kızı ülkesinden binlerce km uzakta, üstelikte bir
yarışma programında içindeki aşılmaz sandığı duvardan atlamıştı işte.
Ödül parasını aldıktan sonra bütün borçlar ödendi, artık her şey eskisi gibi tanıdık güvenliydiJ. Artık özgürdü. Ruhu özgürdü. Uçup gidebilirdi artık. Havaalanında beklerken karşısındaki sevimli çift "bir fotoğraf çekilebilir miyiz" diye sordu. Nazlı gülümseyerek elbette dedi. Uzun boylu, çekik gözlü adam kamerasını üçünü de kadraja alacak şekilde ayarlayıp, GÜLÜMSEYİİN dediğinde Nazlı da aynı anda kameraya muhteşem bir gülücük attı. Biraz sonra kalkan uçağı için son anons yapıldı.
Evet, Çin Seddi’ni görmeye hazırdı artık :)
Yorumlar
Yorum Gönder